
Hatice BÜLBÜL/Kadın haklarından söz edilirken nedense bu haklar durup dururken kadınlara bahşedilmiş gibi yansıtılır. Oysa dünyada olduğu gibi ülkemizde de Osmanlı’nın son dönemlerinde hızlanarak günümüze kadar gelen kadın hareketinin hakları için verdikleri bir mücadele tarihi var. Bu mücadele tarihini, emek veren isimleri konuyla yakından ilgili olanlar bilir ancak. Bu konuda yapılan çalışmaların önde gelen isimlerinden olan, Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) Kurucusu, gönüllüsü, feminist-aktivist, insan hakları avukatı Hülya Gülbahar’la yakın tarihimizde kadınların haklarıyla ilgili maddelerin yasada yer alması için verdikleri hukuk mücadelesi üzerine konuştuk.
6284 sayılı Şiddetle Mücadele Yasası’nın da mimarlarından olan Hülya Gülbahar, bu çalışması nedeniyle 2012’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin İnsan Hakları Onur Ödülü’nü almıştı. Gülbahar aynı zamanda Antalya Barosu’nun Uğur Mumcu 2021 Özel Ödülü’nü aldı ve 2023 yılında, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın dünya çapında yaptığı organizasyonda birinci olarak insan hakları savunucularına verilen İnsan Hakları Lalesi ödülünü almıştı.
AVUKAT KADINLARIN ÖNEMİ
Türkiye kadın hareketinin hukuk alanındaki mücadelesi çok önemli. Özellikle 1980 sonrası dönemde kadın avukatlar nasıl bir rol oynadılar? Neler yaptılar?
1980 askeri darbesinin ardından kadınlar ilk kez açıkça biz feministiz dediler. Feminist fikirler ve örgütlenme modelleri ile sahneye çıktılar. Bağımsız bir kadın hareketi örgütleyerek, toplumu ve bu arada yasaları ve kurumları dönüştürmeye çalıştılar. Bunun için de kendi örgütlülüklerini yarattılar. Bu dört ana mücadele alanı paralel yürüdü ve hukuksal mücadele dördünde de önemli bir rol oynadı.
Örneğin 1987 Dayağa Hayır Yürüyüşü’nü tetikleyen olay da bir mahkeme kararı idi. Çankırı Asliye Hukuk Mahkemesi, on yıllık evli, üç çocuklu ve dava sırasında gebe olan bir kadının maruz kaldığı fiziksel şiddeti geçerli boşanma nedeni saymamıştı. Üstelik davayı “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” atasözüne dayanarak reddetmişti. Kararı önce Eskişehir’den bir grup kadın avukat protesto etti. Ardından, İstanbul’da bir grup feminist kadın, hâkime karşı tazminat davası açtı ve sonunda yürüyüş yapıldı.
Yürüyüşün dışında, Kariye Şenliği, Şişhane kahve toplantıları, Geçici Kadın Müzesi gibi etkinliklerin de yapıldığı Dayağa Hayır Kampanyası’nın birçok önemli sonucu oldu. İlki yeni kadın kurumlarının kurulması idi. Önce BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi’nin (CEDAW) hayata geçirilmesi ve geleneklerin, değer yargılarının dönüştürülmesi için Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği (AKKD) kuruldu. Ardından İstanbul’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfı gibi kadına karşı şiddetle mücadelede kadın danışma/dayanışma merkezleri ve sığınaklar üzerinden kadınlar kendi kurumlarını oluşturdu. Daha sonra da bu kurumların çalışmalarını örnek göstererek devleti ve belediyeleri de sığınaklar kurmaya zorladılar. Kampanyanın üçüncü sonucu olarak 2004 yılında Belediyeler Kanunu’nda yapılan değişiklik ile adı “konukevi” de olsa, belediyelere sığınak açma yükümlülüğü getirildi. İzleyen süreçte, 1998’de kadına karşı şiddetle mücadelede ilk kez uzaklaştırma kararını da içeren önlemler getiren 4320 sayılı yasa çıkarıldı ve bu yasa 2012 yılında 6284 sayılı yasa olarak genişletildi. 2011 yılında Avrupa Konseyi’nin şiddetle ilgili İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olundu.
Avukat Hülya Gülbahar
Kampanyanın dördüncü önemli sonucu toplumsal bilincin dönüşümündeki etkisi oldu. Yürüyüş için (her ne kadar o tarih için izin verilmese de) anneler günü seçilmişti. Kutsal ilan edilen aile ve anneliğin sorgulanması, toplumsal olarak meşru görülen şiddetin bir egemenlik biçimi olarak teşhiri ve kadınların şiddete karşı dayanışmasının örgütlenmesi temel hedeflerdi ve toplumda farkındalığın yaratılmasında önemli bir rol oynadı.
Kampanyanın tüm aşamalarında gerek kadın kimlikleriyle ve gerekse de mesleki kimlikleriyle avukat kadınlar önemli bir rol oynadılar ve izleyen süreçlerde barolarda kadın komisyonları ve kadın danışma merkezleri oluşturarak kendi örgütlülüklerini de geliştirmeye çalıştılar.
YAŞAMIN HER ALANINDA EŞİTLİK
90’lı yılların sonundan itibaren yasalardaki cinsiyet ayrımcılığının yer aldığı maddelerin ortadan kaldırılması, Medeni Kanun’un, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) değiştirilmesi alanında önemli çalışmalar yapıldı. Özellikle hangi başlıklardı değiştirilen, değiştirilmesi için mücadele edilen?
Kadınların eşitlik ve şiddete karşı mücadelesinde en önemli ayaklardan biri erkeğin reisliğinde ve dolayısıyla şiddet üreten bir aile yapısını dayatan Medeni Yasa’nın değiştirilmesi oldu. Tabii önce Anayasa’nın aile ile ilgili 41. Maddesi değiştirildi ve maddeye aile “eşler arasında eşitliğe dayanır” ibaresi eklendi. Böylece Medeni Yasa’daki erkeğin reisliği kalktı ve aile içindeki tüm haklar ve ödevler eşit biçimde düzenlendi. Evlilik içinde edinilen malların eşit paylaşılması kuralı getirildi. Evli kadının soyadı özgürlüğü tam olarak sağlanamasa da eşin soyadı yanında kendi soyadını da kullanabilmesinin yolu açıldı.
Toplumsal yaşamın her alanındaki eşitliği sağlayabilmek için yasalar önünde eşitlik ilkesini düzenleyen anayasanın 10. Maddesine de açıklık getirmek gerekiyordu. 2004 yılında “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir, devlet bu eşitliği sağlamakla yükümlüdür” eki yapıldı. Kamuoyunda pek bilinmez ama, maddeye pozitif ayrımcılığın da eklenmesi için verdiğimiz mücadele nedeniyle ceza davasında yargılanmışlığımız var. Anayasaya pozitif ayrımcılık eki ancak 2010 yılında yapılabildi.
TCK’da da önemli değişiklikler yapıldı. Kadına karşı şiddetin kamu davası olması, belli durumlarda eziyet suçunu oluşturması, tecavüzün her biçiminin ve evlilik içi tecavüzün suç olması bunların başlıcaları idi. En önemli değişimlerden biri de ağırlıkla kadınlara karşı işlenen cinsel suçların aile düzenine, genel ahlaka, edep törelerine, ar ve haya duygularına karşı işlenmiş suçlar gibi ataerkil ve “namus” kodlu bir başlık altında düzenlenmesinden vazgeçilmesiydi. Cinsel suçlar, hukuksal bir zihniyet değişimine de etkide bulanacak şekilde bedensel dokunulmazlığa karşı suçlar başlığı altında düzenlendi.
Her dokunduğu hukuk metnini kadının aleyhine değiştirmek isteyen eril sistemin hâkim olduğu bir ortamda, kadın hakları, kadına yönelik şiddeti önleme gibi ayrıntıların yer aldığı yasal düzenlemeler konusunda ne durumdayız?
Eğer kadın erkek eşitliğini gerçek hayatta, fiilen gerçekleştirmek isteyen bir iktidar olsa, yürürlükteki anayasal ve yasal mevzuat son derece yeterli. Ama AKP iktidarı kendinden önce başlayan ve 2012’ye dek kendisinin de kısmen katkıda bulunduğu yasal reformları fiilen uygulamayı pek düşünmedi. Erdoğan’ın 2010 yılındaki “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” beyanı yürürlükteki tüm yasaların içinin boşaltılması anlamına geliyordu. Derhal etkisini gösterdi. Örneğin kadın hareketi büyük bir mücadele vererek kürtaj hakkının yok edilmesi girişimini durdurdu. Ama ne yazık ki, kürtaj yapılabilecek kamu ve hatta özel hastane bırakılmayarak kürtaj hakkının fiilen kullanılamaz hale getirilmesini engellemeye gücü yetmedi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecinde ve sonrasında 6284 sayılı şiddet yasasına o kadar çok saldırı oldu ki, yasa adeta kâğıt üzerinde kaldı. Bu röportajı yaptığımız 11 Mart 2025 günü son 24 saatte 5 kadın cinayeti işlendiği ve bunlardan ikisinin 6284 sayılı yasa uyarınca koruma kararı aldığı açıklanmıştı. Tabu bu rakamlar ulaşılabilen rakamlar ve ayrıca kuşkulu ölümler bunlara dahil değil. EŞİK Platformu bu nedenle geçtiğimiz yıllarda “Bu artık bir cins kırım” kampanyası yapmıştı. Ama herhangi bir önlem alınmadığı gibi, kadını reisli bir aile yapısına hapsetmeye dayalı devlet politikaları, 2025 yılını aile yılı ilan etme gibi kampanyalarla bu şiddet sürekli körükleniyor ve her gün biraz daha artıyor.
MUHALEFET VE KAMUOYU DESTEĞİ
‘Yasalara dokunma uygula’ en sık seslendirilen slogan haline geldi son yıllarda. Kadınlar bu sloganla ne söylemek istiyorlar muhataplarına?
İktidar kazanılmış haklara dört bir koldan saldırı başlatmış durumda. Buna karşı ortak mücadele için Eşitlik İçin Kadın Platformu-EŞİK’te buluştuk. “Yasalara Dokunma Uygula” ve “Anayasaya Uymayanlar Anayasa Yapamaz” kampanyaları ile anayasa ve yasalarda yapılmak istenen değişiklikleri durdurmayı bugüne dek başardık.
Örneğin;
· “Genç evliliklerdeki mağduriyetleri önleme” bahanesiyle, çocuk istismarcıları için getirilecek affı engelledik. Böylece çocuklarla cinsel ilişki yaşı ile evlilik yaşının aşağı indirilmesi girişimlerini durdurduk.
· Boşanan kadınlara verilen yoksulluk nafakasının süreye bağlanarak sınırlandırılması, aile arabuluculuğu getirilmesi, “hızlı boşanma” adı altında erkeklerin hızla ve fazlaca bir maddi kayıp olmadan boşanmalarını sağlayacak değişiklikleri engelledik.
· Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına karşı, kadının eşinin soyadını taşıma zorunluluğunu tekrar yasalaştırma girişimlerinin iki kez geri çekilmesini sağladık.
· 9. Yargı Paketi ile yasalaştırılmak istenen Etki Ajanlığı yasası çıkarılması ve 6284 sayılı şiddet yasası 6284’ün değiştirilmesi girişimlerini önledik.
Kampanyalarımız sırasında sorunun yasalardan değil, iktidarın kadın-erkek eşitliğine karşı yürüttüğü ideolojik kampanya ve aile politikaları dayatmasından ve yasaları uygulamadığı gibi, yasalara karşı savaş açmış olmasından kaynaklandığını anlatmaya çalıştık.
Bugüne dek çok başarılı idik. Ama şimdi gündemde 10. Yargı paketi var. Bugüne dek ertelettiğimiz tüm değişiklikler bu paketin içine atılabilir. Dahası kamuoyuna sızdırılan bir yasa teklifi taslağında da gördüğümüz gibi medeni yasadaki cinsiyet değişikliği ve TCK’daki hayasızca hareketler maddelerinde ve diğer maddelerde, sadece LGBTİ’lere değil, tüm topluma deli gömleği giydirecek değişiklik hevesleri var. Kadın ve erkek kıyafetlerinden sokakta el ele tutuşmaya kadar; konuşma biçiminden saç kesimine, kadın ve erkek takılarından sokağa çıkma saatine, meslekleri icra şekline kadar sınırsız bir alanda yeni baskılar ve hatta hapisle cezalandırmayla sonuçlanacak düzenlemeler gelebilir. Türkiye çapında 8 Mart yasaklarında da gördüğümüz gibi sert bir sürece girdik. Bu paketteki düzenlemeleri de engelleyebilecek miyiz, göreceğiz. Mücadelede kararlıyız. Ancak meclisteki muhalefetin ve kamuoyunun desteği her zamankinden daha kritik önem taşıyor. Her şey ortak hareket edebilmemize bağlı.